10 Şubat, 2012

taksim kadıköy dolmuşu

lan günlük ne zamandır sana kadıköy hakkında bi yazı yazmak istiyorum. geçen hafta arkadaşlarımla taksim'e gitmem üzerine sonunda buna girişebiliceğimi hissediyorum. baya bildiğin bayramda istanbul'a gelmiş konyalı heyacanı gibi bi giriş oldu bu ama öyle gerçekten. aslında ertesi gün hemen yazıcaktım sana ama korkunç derecede akşamdan kalma olduğum ve sonrasında da iş temposuna girdiğim için yazamadım. (ya da iş temposu bana girmiş de olabilir.)

biliyosun 10 senelik cihangir macerasından sonra kıta değiştirip kadıköy'e taşındım. onca argümanla birlikte buralara geldiğimden beri hissettiğim tek birşey var ki, benim içimde bildiğin kadıköy'lü varmış olm! bu biraz izmir'li olmakla da alakalı olabilir gibime geliyo, burada denize yakın olma hissi, istediğimde ona ulaşmak rahatlığı birçok anlamda beni cihangir'in sıkışmışlığından sonra kendime getirdi.

huzur arıyodum da burada buldum gibi anlaşılmasın. huzur arasam kuzguncuk'a taşınırdım. ben sadece bulunduğum yerden uzaklaşmak, kendimi yeni bi yerde tanımak ve denemek istedim. bu deneyimin de şimdilik gayet başarılı olduğunu düşünüyorum. zira cihangir'de evden çıkmayan ben kadıköy'e gelince daha bir sokaklarda, sosyalleşmeye daha bir az üşenir insan oldum.

izmir'den istanbul'a ilk taşınıp kıbrıs şehitler'indeki excalibur elemanlarından duyduğum akmar'ın merakıyla kadıköy'e lütfedip ilk kez geçtiğimde (cümleye bak..) ve barlar sokağının oralarda dolaştığımda; ''lan bu ne be, izmir gibi burası, o kadar kendi içine kapanmış ki dışarıdan gelenlere uzaylı gibi bakıyolar'' diye düşünmüştüm. zaten akmar'dan da bizim izmir'de duyduğumuzdan geriye birşey kalmamıştı.. ve sevmemiştim buraları. ondan sonra da kadıköy faslı kapanmıştı benim için. çok gelmem gereken zamanlar dışında adımımı atmaz olmuştum. bu adım atmamazlık senede ya da iki senede bir gibi sürelere düşmüştü.

sonrasında işte şimdi içinde bulunduğum kadıköy kararı ve macerası başladı. buralarda kendimi ne kadar iyi hissettiğim su götürmez bi gerçek. cihangir'deki artık o eski tadı kalmamış enerjiden ve sürekli taksim'den sana akmakta olan sıkıntıdan, negatiflikten sonra kadıköy gerçekten istanbul'dan çıkıp kaz dağlarına gitmek gibi bi his veriyor insana. ''insan gittiği yere kendisini de götürür, orada sıkılıyodun, kadıköy'de ne değişti?'' diyosan şöyle açıklayayim. olm burda hayat var lan! baya bildiğin sokak var burada. istediğinde çık sokakta iç, stencil yap, sahile git denize bak. cihangir'de gece 11'den sonra sokağa çıkmaya gerilirken burada gecenin 3'ünde çekinmeden dolaşabiliyorum. bu bana yeter de artar bile. canım istediğinde tek başıma elimde biramla çıkıp sokaklarda dolanabilme ''lüks''üne sahip olduğum bir yer benim için huzurludur arkadaş!

velhasıl kelam ben buralarda mutluyum evet. kadıköy'e taşınırkenki argümanlarımdan birisi de taksim'in artık benim için eskisi kadar heyacanının kalmamış olmasıydı. o cıvcıvlı ortamlara bir sokak ötede oturunca artık eskisi gibi heyecanlı olamıyor insan. başkalarının bayramlıklarını giyip geldikleri yer senin için arka sokak oluyor ve pijamalarınla kahve almaya çıkar oluyorsun bi süre sonra. üniversite zamanı anabala'ya giderken bile bi özenir de giderdim, heyecan duyardım. artık anabala'nın önünden geçmek benim için o zamanlardaki güzel anıları bile aklımdan geçirmediğim alelade bir sokaktan geçmek olmuştu. bunu kaybetmek pek içime siner bir durum değil açıkçası.

taksim insanın içinden çıkmıyo böyle bakarsan, hayatımı bi şekilde hala ona göre organize ettiğimi düşünüyorum ama bu parametrelerden sadece birisi tabii..

neyse geçen cuma işyerinden iki arkadaşım babylon'daki nekropsi konseri için taksim'e çağırdı. zaten önceden de konuşmuştuk ama evde olmanın rehavetiyle ben çoktan kendi kendime iptal etmiştim bile bu muhabbeti. gecenin başladığı zamanlarda mesajlarla ikisi tarafından da taciz edilince anında gaza gelip kendimi vapurda buldum. zaten vapur dedin mi akan sular da duruyo benim için ya neyse. ardından da tünel metrosunda. kararlar sonrasında nekropsi konserimiz yalan oldu, geceyi caaanım peyote'de geçirdik, konser üstü bi ton arkadaşa denk gelmek şöyle dursun bir de üstüne eşşekler gibi sarhoş olup buralara taşındığımdan beri hayalini kurduğum taksim-kadıköy dolmuşu yolculuğunu yaşadım. sarhoş sarhoş, kulağımda müzikle.. (ne dinledim acaba..? :)

birlikte olduğum arkadaşlarımla ilk kez içmeli geceye çıkışımızdı ama bi kere daha anladım ki bazen bazılarımızın frekansı bazılarımızla tutuyo gerçekten. böyle anlar mucizevi.. 

taksim acayip acayip huylar çıkartmış bu arada. biz gecenin 2si mi 3'ümü ne öyle bişeyde indigo'ya gidelim deyip oraya vardığımızda bi baktık ki indigo kapalı.. karşısında adı sanırım corridor olan bi yer vardı, orda takıldık.. ben votka enerji içeyim dedim, içkim böyle bir bardakta geldi. zaten öncesinde bezgin'de içtiğimiz ve 20 lira verdiğimiz göya viskili olan limon suyunun afilli bardağını çalamamış olmanın acısıyla bu vazo bozumu enerji içeceği bardağını o hışımla çantaya atmışız.

uzun zamandır geçirdiğim en güzel geceydi diyebilirim. taksim gibi eğlencenin merkezi olan bir yere heyacanla koşup, üstüne cidden böyle güzel bir gece geçirince sonunda aradığımın, istediğimin bu olduğunu anladım. süslenip gitmedim evet ama o özlediğim heyecanı hissettim ya daha ne isteyeyim ki ben.

bu vesilyle seni kadıköy'e taşınırkenki marşım olan parçayla uğurlamak isterim.