15 Kasım, 2011

eve geliyosun. hala kaskına buğu camı almadığın için, vizörün alttan bir parmak açık gitmekten sümüklerin donmuş, yanakların buz kesmiş. inceden bi başağrısı saplanmış kafana.. kenara çekip dursam mı, durmasam mı sorusu sürekli aklında. ama ha gayret diyosun, az sonra evdesin.

istanbul pis çirkin ve yağmurlu. tüm yollar çamur içinde. arabaların hepsi bir an evvel eve varma derdinde. içlerinde insan var mı yok mu belli değil. trafik o kadar çirkin ki, motora bile çirkin. 

sonra eve giriyosun, klimayı açıyosun. oh içerisi sıcak. mutfağa gidiyosun, bi kahve yapıyosun kendine. sevgi kataraktan şöyle, misler gibi oluyo. bilgisayarın başına oturuyosun. normalde pek rahatsız etmeyen ekran parlaklığı gözünü alıyo, biraz kısıyosun. sonra için bi şarkı dinlemek istiyo. ama piyanolu olsun diyosun, çok da sevmezsin aslında piyano ama arada canın çekiyo işte böyle. sakin ve de hiç vokalsiz bi albüm olsun. inip çıkmasın parçalar. bi de ezbere bilmediğim bi albüm olsa.. çat! anouar brahem'e gidiyo elin arşivi karıştırırken. le pas du chat noir albümü, ne demek acaba bu?.. daha ilk 5 saniyede doğru seçimi yaptığını anlıyosun. böyle sakinden, yavaştan başlıyo parça. dalga dalga aklına giriyo. hasta olmuşsun da arkadaşın sana çorba yapıp getirmiş gibi. hah işte, o anın adı mutluluk.

bazen bişeyler bazı şeylere iyi geliyo cidden............................................... evdesin.