18 Kasım, 2010

abant günlüğü 1

bugün motorla ilk tek başıma uzun yolumu yaptım sevgili günlük. :) (bu arada içimden bi ses yavaş yavaş motor günlüğüne dönüştüğünü söylüyo haberin olsun :)

tüm yazını denize giremeden, sadece istanbul'un çirkin sıcağında geçirmiş birisi olarak bu bayram tatili de o 9 günlük nimeti kullanamadım, tabii iş yüzünden.

tüm işler güçler dün gece 12 gibi bitti ve ben de öğlen 11.15'de motorcuğumla yola çıktım.

istikamet abant!

neden abant bilmiyorum. herşey 10 gün önce falan (sanırım), sabahın 5buçuğunda işten çıkıp dolmabahçenin ordaki caddeden eve dönerken sağda ve soldaki çınar ağaçlarının yapraklarının dökülmüş, yerlere serilmiş olmasını görüp, bundan çok heyecanlanıp, "kırmızı yaprak" krizimin geldiğini anlamamla başladı.

yaprak mı, ağaç mı, yeşil mi? peki ya kırmızı? abant diye bi yer var di mi, daha önce de görmedim.. o zaman bi denenebilir.

yol özürlü olduğum (acıbadem'den cihangir'e gelmek için yola çıkıp, kendimi dudullu'da bulmuşluğum vardır) ama kaybolmakla hiç bir sorunum olmadığı için internette biraz rota araştırması yapıp "amaaaaaan en olmadı ankara'dan çıkarım" diyerek bugün kendimi yola attım.

ilk başta biraz gergindim, acaba 270 km yolu gidebilir miyim, motor bakıma da girmedi, yolda sıçar mı eder mi derken sıçarsa da çözümü var, yardır çağlar diyip (kerem'cim sevgiler) başladım yola. dolmabahçenin ordan geçerken yine yolun yapraklarla kaplanmış olmasını duygusalca bi işaret gibi algılayıp kendimi gerizekalıca mutlu ettim. :)

buraya gelmek fena kolaymış. zaten yolun yaklaşık 230 kmsini dümdüz hiç bi sapağa girmeden gidiyosun. keyifli, arada kendini denemelik virajlı ve sorunsuz bi yol. toplam 3 kere mola verdim. ilki yolda sağa çekip motordan gelen "ciliclilicicliclcicliclciililicilciciliiiiliili" sesinin ne olduğunu anlamaya çalışmak için, diğerleri de kahve ve sigara tabii. sesin nerden geldiğini çözemedim ama canım da sıkılmadı değil. acaba bi yerlerini yiyo muyum motorun bilmiyorum, artık döndüğümden 2 hafta sonraki bakımda çıkar kokusu (acısı demem lazım evet :).

abant'ta kalmak için 2 seçenek mevcut. ya göl etrafındaki otellerde kalıcaksınız ya da göle gelmeden 10 km önceki pansiyonlarda. ben zaten otellere yanaşmadım bile, yayla pansiyon diye bi yerden odamı gelmeden önce rezerve ettim. ama yine de meraktan otelleri arayıp fiyat aldım. şöyle: bi tanesi geceliği 600 lira dedi, bayram diyeymiş, diğeri de 1000 lira dedi. o neden diye sordum, yarın gülşen konseri varmış.. kirpiğim düşse al bu senin olsun demiyceğim bi müzik şekli için baya güzel para.. neyse ben gayet sıcak pansiyonumu abant sapağının 12. kilometresinde buldum.

yayla pansiyon gayet sıcakkanlı köylüler tarafından işletiliyor. odalarda çift kişilik yatak, banyo, sıcak su herbişey var. tek kötü tarafı odalardaki balkonlar göle giden yola bakıyor, vızır vızır araba dinliyorsunuz. ona da yapıcak bişey yok. gecenin ilerleyen saatlerinde arabaların azalıcağını umuyorum.

içki satmıyorlar, 7 km gerideki yeşil ev diye bi mekanın büfesinden alıyosun içkini. en yakını orası olduğu için. akşam yemeği de yok mekanda bu arada. 3-4 km ilerde piknik mekanları varmış, orda sucuk ekmek falan yiyebiliyomuşsun. ilginç uygulama.. neyse çantada çizi keklik. :)

hava buzzzzzzzzzzzzzzz. ama ben zaten soğuktan mazoşistçe bi keyif aldığım için sorun değil. balkonda omzumda her yerime kadar düşen eşşek kadar bi battaniyeyle ve bira ve sigaramla gayet durabiliyorum. battaniye de hasta olmamak için, 260 kmlik dönüş yolu grip ve ateşliyken çekilmez zira.

şimdilik böyle. yarın gölü görücem. pek sevgili gülşen kişisini dinlemeye gelmiş insanlarla karşılaşmamayı umarak motorumu biraz toprağa sokucam. bakalım o ve ben toprakla nasıl anlaşıyoruz. bu esnada çocuğu devirirsem de sonunda tek başıma kaldırma şerefine nail olucam. :))

ha bu arada şu geldiğim 260 kilometre boyunca yolda sadece 3 motor görmüş olmanın dayanılmaz üzüntüsünü yaşıyorum..