31 Mayıs, 2007

antenler ve insanlar


anteni olan herşeyden korkarım. televizyondan korkarım mesela, gördüğüm yerde kapatmak isterim. çıkardığı o ince frekans kulaklarımı tırmalar da rahatsız olurum. tahtaya tırnak sürtme sesi gibi gelir, gerçi ondan hiç rahatsız olmam ama televizyonunkinden oluyorum işte.

ya da böcekten korkarım mesela, onun da anteni var. hem de çok korkarım böcekten. eve durduk yere gökyüzünden balina düşse daha az korkarım, o derece tırsakım böcek konusunda. çocukken çizgili bi tanesi yastığımın altından çıkmıştı da ordan kalma heralde bu korkum.(herşeyi çocukluğa bağlıycaz ya, ben de öyle yapiyim dedim, yoksa hakkımız değil kahverengini sevmemek ya da hayvanın tipini beğenmemek)
gece tuvalete gidemediğimi biliyorum, böcek vardır belki tuvalette diye. görür gömez tüm tüylerimin diken diken olması, gece geç saatse ve evde uyuyan varsa bi yılan gibi çığlık atıyor olmam, ve kaçtığım odadan saatlerce çıkamıyor olmam önemli psikolojik sorunlarımdan. anteni olmasa da korkarım. bi kere kahverengi.. hiç sevmem o rengi, hem de tipleri çirkin. hızlı hareket ediyolar bi de. herhangi bi yerde karşı karşıya gelirsen kontratak yapma ihtimalleri çok yüksek. mazallah.
çocukken de sinekleri ya da böcekleri yakalayıp kibrit kutusuna tıkıp işkence ettiğimi de hatırlamıyorum, kuzenim yapardı tek tek yakalar, ocakta yakardı hepsini kürdana batırıp. cazır cuzur ses çıkardı karasineklerden mesela. ben o sırada clementine izlemek için lokale doğru yol alırdım yanından ayrılıp. tembel kuzenimin erken saatte uyanıp bununla uğraşıyor olması da ayrı bir saçmalık tabii.

konuma dönersem; mesela piton denen yaratık böcek yiyor olsa, sadece karafatmayla ve türevleriyle besleniyor olsa hiç çekinmem alırım eve bi tane. kedi var da bi boka yaradığı yok. o anca tüylerini yesin.

sümüklüböcekten korkmam ama. onun görünüşü o kadar itici değil. hem spiral şeklinde kabuğu bi kere. spiral nerde varsa saygım sonsuz. karafatmada varsa -ki vardır bi tarafında kesin- saygı duymam ama, duyamam bi kere. ne kadar bunu bi mantığa oturtmaya çalışsam da, hatta oturtabilsem de bilinçaltım izin vermez. duymam.

aslında son zamanlardaki deneyimlerime dayanarak zıplayan şeylerden de korkmam lazım. ama o konuda henüz o kadar ilerletmedim kendimi.

aslında sanırım benim derdim dış görünüşle. evet dış görünüşe önem veren bi insanım. arkadaşlarımın hepsi renkli gözlüdür mesela, renkli gözlü olmayan insanla işim olmaz, hemen uzaklaşırım yanından. ya da muhabbete girmem.
mesela kelebek dediğimiz canlı, güzel bi canlı evet. ama onun da öyle çeşitleri var ki, görür görmez ani ve kocaman modern dans hareketleriyle yanlarından kaçasım geliyor. bu kaçma girişimlerim sırasındaki hareketlerimi bir koreograf görse bana bir performansında başrol vermek isteyebilir. "karafatmanın söylettikleri" "böcekler ve insanlar"
işin en fena tarafı da bu hayvanlarla, böcek ya da o çirkin kelebek olsun, insanların içinde karşılaşmak. karizması olan bi insan değilim ama en azından elde olanla yetinmeyi bilen bi insanım. ormanlık yeşillik bi yerde kalabalık halinde ilerlenirken, gördüğüm antenli canlıya verdiğim tepkinin, sanki yerden birden bir ölünün elinin fırlamış da ayağımı yakalamış gibi bir tepki olduğu düşünülürse ve bu halimle insanları aniden nasıl korkuttuğum da düşünülürse, nefret edilen, kınanan ya da alaycı bakışlara maruz kalan kişi olmam bana haksızlık olmaz sanırım. (ne uzun cümle oldu bu.)
çok korkunçtur kalabalık içinde böcekten korkmak. böcek korkusuna bir de "kalabalık içinde böcekten korkma korkusu" eklenir. her böcekten korkucuda vardır bu yan etki de.

neyse bitiresim geldi bu yazıyı. aklıma geldikçe güncellerim zaten. antenli canlılar ve böcek korkum konusunda daha yazabileceğim çok şeyim olduğunu biliyorum. "tek bildiğim varsa o da böcekten çok korktuğum" yazılmasını isterim mezarıma. ironik olsun diye. nasılsa onların midesine inicem.. of ya offf..
(aaaa bak ölünce denize atılmak istememin bilinçaltı sebebi de bu olabilir, hiç böyle bakmamıştım. freud'a selamlar efendim)

03 Mayıs, 2007

bırak gitsin

yirmibeş yaşına iki tane vak-a sığdırmış olmak marifet değil biliyorum. ne olurdu ki azıcık daha samimi olabilseydin, egom yok benim'i oynarken, en azından mola vermesini, ne yapıyorum ki ben demesini bilseydin?..
kanım çekildi, biraz oyuldu içim hatta. alkolle de besledim kendimi bu arada. bol bol küfür de ettim, ağzım daha da bozuldu. kimi zaman aramanı ya da bir şekilde iletişime geçmeni ümit ederken yüzlerce tur attım evin içinde. sonra tüm enerjim, heyecanım, neşem tükenmişken kanepeye yığılmış buldum kendimi.. arkadaşlarıma bile açıklayamadım neler olduğunu bi süre.. hayatımda ilk defa "konuşmak istemiyorum bu konu hakkında" dedim, samimice. çünkü senden bahsetmek bile yeteri kadar hayatımın içine nüfus etmene yetiyordu, ve ben öyle savaşamıyordum.

sınırlar koydum kendime, şarkılar seçtim, anlatabilen şarkılar, sıkılana kadar bu şarkıları dinliycem dedim, şarkılardan sıkılınca sen de geçip gidicektin. (birşeye tutunmam lazımdı evet) günlerce onlar çaldı, dinledim, sana da dinlettim hatta, hayatımı kurtarmıştı şarkılar çünkü, hayatımın kurtulmaya olan ihtiyacının senin yüzünden olduğunu anlamadın, ya da anlamak istemedin, çünkü o sırada karşı masadan başka bir kız sana göz kırpıyordu ve etkilenmiştin. evet beğenilmek hoşuna gidiyordu. benim neremi beğeniyorsun ki, çirkinim ben diyordun bana.. sonra şarkılar çalmaya devam etti, o aynı iki şarkı.. sıkılamadım. şarkıların güzelliğinden samimiyetinden mi yoksa hala aptal olduğumdan mı bilemedim. yeni şarkılar açiyim kendime o zaman dedim, hayır şarkılarla alakası yokmuş.
sonra bir gün aptal gibi hala seni beklediğimi anladım. sen "bigün gelip kapını yine çalıcam" derken doğru söylüyorsun sanıyordum.. ama senin aklın o karşı masalarda kalmıştı aslında.
ve sonunda "kırıcı olmak istemiyorum ama hayatımda birisi var" dedin. kırdın.

artık özlemek istemiyorum.